Romanya’nın
başkenti Bükreş’ten sonra beni çok heyecanlandıran Transilvanya bölgesindeyiz…İlk
durağımız Braşov, Bükreş’ten sonra Romanya'nın en turistik yeri. Arnavut kaldırımı
sokakları, masalsı mimarisiyle kendine hayran bırakan bir şehir.
Alman kökenli
şövalye topluluğu tarafından 13. yy’da kurulmuş olduğundan
ortaçağ esintileri taşımaktadır. Şehir merkezinde (old city center), minik
kafeler, restaurantlar ve alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar
bulunmakta. Dar sokaklarında gezmek kaybolmak çok eğlenceli.
Görülecek yapılardan biri, Black Church. 1383-1480
arasında yapılmış olan bu kilise, bilgilere göre Viyana’dan İstanbul’a kadar
olan alanda en büyük gotik kilise imiş. 1689 yılında çıkan yangında cephesi
kararmış ve mimarisinden ötürü gotik izler taşıdığından adı Siyah Kilise olarak
değişmiş.
Ertesi gün ilk
durağımız Drakula’nın kalesi olarak bilinen Bran Kalesi.
Karanlık
ve kasvetli bir yer beklerken öyle güzel ve aydınlık bir yerle karşılaştık ki. Ama
burayı fırtınalı bir günde uzakta kurtlar ulurken görmek lazım diyorlar.
Peki
nereden geliyor bu Dracula efsanesi derseniz... Gerçek mi hayali bir şey mi?
İrlandalı yazar Bram Stoker’ın ölümsüz karakteri Kont Dracula, Transilvanya’da
içinden nehirlerin aktığı bir vadide, yüksek bir tepe üzerine tünemiş bir
kalede yaşamaktadır. Bran Kalesi, kitaptaki hayali kale ile tıpatıp
uyuşmaktadır. Aslında Bram Stoker Romanya’ya da hiç gitmemiştir.
Ayrıca Kont Drakula’nın kendisi de acımasızlığı ve kanlı işkenceleri ile ün
salmış Vlad Dracul olarak da bilinen Kazıklı Voyvoda ile de zamanla çok bağdaşmıştır.
Dracula’nın, Fatih Sultan Mehmet’in 20bin askerini kazıklara
oturtarak öldürüp ona meydan okuyan bir Rumen prens olduğunu biliyor muydunuz?
Üstelik Osmanlı saraylarında büyütülen bir prens.
Bran Kalesinden sonra sıra Raşnov Kalesi’ne
geldi. Bu kaleye ulaşmak o kadar da kolay değildi. Yürüyerek de gideblirsiniz
ama epey bir dağa tırmanır gibi yol kat etmek gerek. Ya da ring atan araçlar
var. Biz onunla gitmeyi tercih ettik. Yer yer çökmüş duvarlar olsa da genel
olarak iyi korunmuş bir şato. Şato duvarları içinde kalan eski binaların çoğu
turistik eşya veya elişi satan dükkanlara çevrilmişti. Çok da güzel bir
manzarası var…
Bu arada mevsimden dolayı her yerde orman
meyveleri satıcıları vardı. Ahududu, yaban mersini, dağ çileği hem de uygun
fiyatlıydı.
Sırada masalsı bir başka şehir Sibiu; Transilvanya’da
Alman Saksonları tarafından kurulmuştur. 1940’lara kadar nüfusun büyük
çoğunluğu Almanmış. Kültür ve sanatın Romanya’daki en büyük kalesi
deniliyor. 2007’de de Lüksemburg ile
beraber Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş. Forbes
Dergisi tarafından Avrupa’nın en huzurlu 8. kenti seçilmiş. Sibiu’nun bir diğer
özelliği de Romanya’daki il hastane, eczane, okul ve kütüphanenin burada
açılmış olması.
Sibiu’ya günübirlik gezi yaptığımız için ana hatları ile gezdik. Her tarihi şehirde olduğu gibi buranın eski şehir kısmı var. Piata Mare, eski şehrin ana meydanı biz burada önce dondurmamızı yedik ve gezmeye başladık… Sonrasında sağlı sollu kafelerin olduğu Nicholae Balcescu caddesinden devam ettik. Yorgunluğumuzu kahve molası ile giderdik ve dönüş yoluna geçtik…
Ertesi gün artık dönüş yoluna geçme zamanıydı. Otelden ayrıldık ama Transilvanya bölgesinde gezilmedik şato, kale bırakmamak için durağımız Sinaia: Prahova eyaletine bağlı Romanya Krallığı'nın eski başkenti. Kış turizminde Avrupa'da öncü şehirlerden biri. Peleş ve Pelişor kaleleri ile Sinaia Manastırı görülmeye değer yapılar...
Peleş Kalesi; 1. Karl bu bölgeyi görür görmez hayran
kalıp kısa zamanda Peleş Kalesini inşaa ettiriyor. Burayı yazlık köşkleri
olarak kullanıyorlar...
Arabamızı park edip
Hızlı hızlı adımlarla kaleye yürürken artık alışa
geldiğimiz #berry satan
kişilerden bu kez de dağ çileği satın alıp yiyerek kalenin bahçesine geldik.
Bahçenin manzarası olabildiğince yeşil yemyeşil. Kale kadar manzara da şahane
yani... Pelişör Kalesi ise Peleş'e 100 metre kadar uzakta konuk evi olarak inşaa
edilmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder